comeback
< Geri Dön <COMING BACK TO TURKEY
Early the next morning the children got on the Istanbul train. There was abig crowd on the train, but Ahmet's and Zeynep's seats were by the window and there were only four people in the compartment.
The train passed Graz and after three hours they entered Yugoslavia at Maribor. The customs officials got on the train there. They showed them their passports and opened their suitcases. Some of the officials spoke Turkish and other languages.
After passing Zagreb the train arrived in Belgrade in the afternoon. They all had a light lunch at a cafeteria near the station. It was getting cold. When they were going back to the train, Zeynep saw a little girl. She was looking at Zeynep with sad eyes. Her dress was very old and she had no shoes. Zeynep took some German money out of her purse but the girlshook her head. She was now looking at the sandwiches in Zeynep's hands. Zeynep gave her a sandwich. The girl smiled and took the sandwich and said something, but Zeynep didn't understand.
Then Ahmet said, "I think she is thanking you for the sandwich. Why don't you give her all the sandwiches?"
Zeynep gave the girl all the sandwiches. She took them and said something smiling and began to run.
At Belgrade station so many people got on the train that it was impossible to go from one part to another. So they all stayed in their compartment until the train arrived at the Bulgarian border.
Like some cities of Yugoslavia, Sofia looked like a Turkish city with its houses and fountains. There were a few mosques too. Here the customs officials were very polite and almost all of them spoke Turkish very well.
At Sofia station they had breakfast and drank three cups of tea.
They were sitting in a very small coffee-house when some villagers came to them and wanted to sell them the things in their baskets. They were selling wollen socks, knives, purses made by hand. The children bought some purses and Ahmet took some Bulgarian money out of his pocket but the villagers wanted Turkish coins with Atatürk's head.
"Why do you want them?" Ahmet asked them in Turkish and one of the villagers answered him in Turkish.
"Our daughters put these coins on their necklaces. These necklaces are more expensive than the gold ones in our village. We are Turkish."
Zeynep had five lira coins and Ahmed had two, sothey gave all the coins to the villagers. The villagers took the money and thanked them again an again.
The train left Sofia after an hour. It didn't stop at other stations but when it came to the Greek border at Pithion, it waited four hours for another train coming from Athens. The passengers from this train got on the Istanbul train.
The children got more and more excited when the train came near Edirne. It was morning. They were very happy when they began to see the Turkish villages and Turkish people. They saw Selimiye mosque on a hill in Edirne.
After about six hors they saw Istanbul. Under the afternoon sun it was like a city made of gold. It was like a painting with its beatiful mosques and towers. The Marmara Sea was dark blue.
Now they were too excited to talk. After twenty minutes the train arrived at Sirkeci and they got off with their suitcases. They looked for theirfather and mother. Zeynep saw them first. She put her suitcases on the ground and ran to them.
"Mother! Father! How are you? We missed you very much."
Soon she was in her mother's arms. Mother and daughter were kissing each other and erying. Then Ahmet came with all the suitcases. He kissed his father's and his mother's hands and they both kissed Ahmet.
They went out of the station and got in the car. All of them were talking and laughing with tears in their eyes.
TÜRKİYE'YE DÖNÜŞ
Ertesi sabah erken çocuklar İstanbul trenine bindiler. Trende büyük bir kalabalık vardı, fakat Ahmet ve Zeynep'in yerleri pencere yanındaydı ve kompartımanda sadece dört kişi vardı.
Tren Graz'ı geçti ve üç sZt sonra Maribor'da Yugoslavya'ya girdiler. Gümrük memurları orada trene bindiler. Onlara pasaportlarını gösterdiler ve bavullarını açtılar. Memurlardan bazıları Türkçe ve diğer dilleri konuşuyorlardı.
Zagreb'i geçtikten sonra tren akşamüstü Belgrad'a vardı. Hepsi istasyonun yakınında bir kafeteryada hafif bir yemek yediler. Hava soğuyordu. Trene dönerlerken Zeynep küçük bir kız gördü. Mahzun gözlerle Zeynep'e bakıyordu. Elbisesi çok eskiydi ve ayakkabıları yoktu. Zeynep para çantasından biraz Alman parası çıkardı fakat kız başını salladı. Şimdi Zeynep'in elindeki sandöviçlere bakıyordu. Zeynep ona bir sandöviç verdi. Kız gülümsedi ve sandöviçi aldı, bir şey söyledi, fakat Zeynep anlamadı.
O zaman Ahmet, "Zannederim sana sandöviç için teşekkür ediyor. Ona niçin bütün sandöviçleri vermiyorsun?" dedi.
Zeynep, kıza bütün sandöviçleri verdi. O onları aldı, gülümseyerek bir şey söyledi ve koşmaya başladı.
Belgrad istasyonunda trene o kadar çok kimse bindi ki bir kısımdan diğerine gitmek imkansızdı. Bu sebepten hepsi tren Bulgar hududuna varıncaya kadar kompartımanlarında kaldılar.
Yugoslavya'nın bazı şehirleri gibi Sofya da evleri ve çeşmeleri ile bir Türk şehri gibiydi. Birkaç cami de vardı. Burada gümrük memurları çok kibardı ve hemen hemen hepsi Türkçeyi çok iyi konuşuyordu.
Sofya istasyonunda kahvaltı ettiler ve üç fincan çay içtiler.
Birkaç köylünün onlara yaklaşıp sepetlerindeki şeyleri onlara satmak istedikleri zaman onlar çok küçük bir kahvehanede oturuyorlardı. Onlar elle yapılmış yün çoraplar, bıçaklar ve para çantaları satıyorlardı. Çocuklar birkaç para çantası aldılar ve Ahmet cebinden biraz Bulgar parası çıkardı, fakat köylüler Atatürk başlı Türk madeni parası istiyorlardı.
Ahmet onlara, Türkçe olarak, "Onları niçin istiyorsunuz?" diye sordu. Köylülerin biri ona Türkçe olarak cevap verdi.
"Kızlarımız bu paraları kolyelerine koyarlar. Bu kolyeler bizim köyümüzde altınlardan daha pahalıdır. Biz Türküz."
Zeynep'in beş Ahmet'in iki madeni lirası vardı,böylece bütün paraları köylülere verdiler. Köylüler parayı aldılar ve onlara tekrar tekrar teşekkür ettiler.
Tren bir sZt sonra Sofya'dan ayrıldı. Diğer İstasyonlarda durmadı, fakat Pityon'da Yunan hududuna geldiği zaman, Atina'dan gelen diğer bir treni dört sZt bekledi. Bu trenden yolcular İstanbul trenine bindiler.
Tren Edirne'ye yaklaştığı zaman çocuklar gittikçe heyecanlanıyorlardı. Sabahtı. Türk köylerini ve Türk halkını görmeye başladıkları zaman çok mutluydular. Edirne'de bir tepe üstünde Selimiye camiini gördüler.
Takriben altı sZt sonra İstanbul'u gördüler. Akşamüstü güneşi altında altından yapılmış bir şehir gibiydi. Güzel camileri ve kuleleriyle bir tablo gibiydi. Marmara denizi koyu maviydi.
Şimdi konuşamayacak kadar heyecanlı idiler. Yirmi dakika sonra tren Sirkeci'ye vardı ve bavullarıyla indiler. Baba ve annelerini aradılar. Onları önce Zeynep gördü. Bavullarını yere koydu ve onlara koştu.
"Anne! Baba! Nasılsınız? Sizi pek çok özledik."
Hemen annesinin kollarındaydı. Anne ve kız birbirlerine öpüyor ve ağlıyorlardı. Sonra Ahmet bütün bavullarla geldi. Babasının ve annesinin ellerini öptü ve onların ikisi Ahmet'i öptüler.
İstasyondan çıktılar ve otomobile bindiler. Hepsi gözlerinde yaşlarla konuşuyor ve gülüyorlardı.
< Geri Dön <