leaving
< Geri Dön <LEAVING ENGLAND
In less than two months Ahmet and Zeynep visited many parts of England. They went to Scotland in Mr. Miller's ear and stayed in Edinburg for two days. Then they went to Manchester but they didn't stay there. They went to Liverpool, Mr. Miller's home town. After that they drove to the south and visited Cardiff and Bristol and then they came back to London.
It was time to go back to Turkey. On a Monday morning Zeynep and Ahmet left the Millers' house. The Millers came to the station to see them off.
"We enjoyed every minute of our Journey to England," Zeynep said. "We are going to accept the inviation of the BBC, and we'll come to England again next year. But Mary has already promised to come to Turkey next summer. We can come to England together."
They thanked the Millers again and again andinvited them to Turkey for another summer. They said good-bye to the Millers and got on the train.
At Folkstone they took the boat and arrived at Calais, crossing the English Channel, and took the train to Paris. But they stayed in Paris for only a few hours, and then they took the train to Frankfurt, passing through Wiesbaden. This was their first journey to Germany. All along the way they saw green fields and hills with a lot of trees. The towns were modern and clean.
It was evening when they arrived at the Hauptbahnhof in Frankfurt. This was a station as big as Victoria Station in London. The children didn't know German so they showed the address of a hotel and a very polite policeman found a taxi for them.
When they arrived at the hotel they put their suitcases in their room and changed their clothes and went downstairs. Next to the hotel there was a cafeteria.
"What do you want to eat?" Ahmet asked his sister. Zeynep said, "chicken". Ahmet wanted to eat chicken too, so he began to wait in the queue. It was a very long queue. He waited for almost fifteen minutes. When he came near the table where there were all kinds of sandwiches, chickens and other food, he forgot the German word for chicken. So he had to came back to Zeynep.
"I have forgotten the word "chicken" in German. Will you please write "chicken" in German on a piece of paper?"
"Of course," said Zeynep and wrote "chicken" in German on a piece of paper and gave it to Ahmet.
Ahmet went and began to wait in the quene again. After waiting ten minutes more he came to the table. But there weren't any chickens now and the girl asked him in German. Ahmet showed her the paper and the girl smiled.
"Where are you from?" she asked Ahmet in French, and Ahmet answered her in English.
"My French isn't very good. Do you speak English?"
The girl said, "Yes."
"My sister and I are going to Turkey from England. We are from Turkey."
The girl began to laugh. Ahmet was angry now.
"Why are you laughing?" he asked.
The girl was still laughing. "I am from Turkey, too." She said in Turkish. "My name is Sevim."
This time Ahmet began to laugh, too. When Zeynep saw this, she came near them.
"What is this?" she asked. "A theatre? Where are the chickens? I am going to die."
When she learned his story, she was very happy. Sevim found two very good chickens for them and she brought some wine. She said, "It is a very good wine and you won't have to pay for it."
After dinner they went to their rooms and slept.
Next day Sevim came to Zeynep's room.
"I am not working today." she said. "I want to take you to Wiesbaden."
"How shall we go there?" Zeynep asked.
"We shallfind cars on the Autobahn."
Wiesbaden was a lovely city with beatiful parks and cafes. In the afternoon they came back to Frankfurt and they went shopping at the Kaufhof, a very large department store. After shopping Sevim took them around Frankfurt. There was a river flowing through the city. There were a lot of bridges over it. They saw a lot of long ships on the river.
The children stayed in Frankfurt for two days and then they said good-bye to Sevim and took the train to Munich. The train arrived in Munich at about two o'clock. They got off at the Hauptbahnhof. There was a good hotel near the Hauptbahnhof, the Salzburg hotel. They stayed at this hotel and went round the city in the afternoon.
In Munich they found more Turks in some shops near the Hauptbahnhof. Most of these shops were in a big building. The name of this building is Merkür.
Here, too, there was a Kaufhof, a large store. It was near the station, on the Karlsplatz Square. They bought some souvenirs at this store.
From here they took the tram and after ten minutes they arrived at the Grossmarkthalle, where there were a lot of big stores selling vegetables and fruit. They were very glad when they saw boxes of Turkish grapes.
They left Munich the next day. A Turkish family were going to Vienna so they took them to Vienna in their car.
İNGİLTERE'DEN AYRILIŞ
İki aydan daha az (zamanda) Ahmet ve Zeynep İngiltere'nin birçok kısımlarını ziyaret ettiler. Mr. Miller'in arabasında İskoçya'ya gittilrt ve Edinburgh'ta iki gün kaldılar. Sonra Manchester'e gittiler fakat orada kalmadılar. Mr. Miller'in memleketi (şehri) Liverpool'a gittiler. Buradan sonra güneye sürdüler ve Cardiff ve Bristol'u ziyaret ettiler, sonra Londra'ya döndüler.
Türkiye'ye dönme vaktiydi. Bir Pazartesi sabahı Zeynep ve Ahmet Millerlerin evini terk ettiler. Millerler onları geçirmek için istasyona geldi.
Zeynep, "İngiltere seyahatimizin her dakikasından zevk duyduk." dedi. "BBC'nin davetini kabul edeceğiz ve İngiltere'ye gelecek sene tekrar geleceğiz. Fakat Mary şimdiden gelecek yaz Türkiye'ye gelmeyi vadetti. İngiltere'ye beraber gelebiliriz."
Millerlere tekrar tekrar teşekkür ettiler ve onları Türkiye'ye başka bir yaz için davet ettiler. Millerlere Allahaısmarladık dediler ve trene bindiler.
Folkstone'da gemiye bindiler ve Manş denizini geçerek Calais'ye vardılar ve Paris trenine bindiler. Fakat Paris'te sadece birkaç saat kaldılar ve Wiesbaden'in içinden geçen Frakfurt trenine bindiler. Bu onların Almanya'ya ilk seyahatiydi. Bütün yol boyunca yeşil tarlalar ve çok ağaçlı tepeler gördüler. Kasabalar modern ve temizdi.
Frankfurt'taki Haupbahnhof'a vardıkları zaman akşamdı. Bu, Londradaki Victoria istasyonu kadar büyük bir istasyondu. Çocuklar Almanca bilmiyorlardı, bu sebepten bir otelin adresini gösterdiler ve çok kibar bir polis onlara bir taksi buldu.
Otele vardıkları zaman bavullarını odalarına koydular, elbiselerini değiştirdiler ve aşağıya indiler. Otele bitişik bir kafeterya vardı.
Ahmet kızkardeşine, "Yemek için ne istiyorsun?" diye sordu. Zeynep, "piliç" dedi. Ahmet de piliç yemek istiyordu, bu sebepten kuyrukta beklemeye başladı. O çok uzun bir kuyruktu. Hemen hemen on beş dakika bekledi. Her cins sandöviçler, piliçler ve diğer yiyeceğin bulunduğu masaya yaklaştığı zaman piliç için Almanca kelimeyi unuttu. Bu sebepten Zeynep'e dönmek zorunda kaldı.
"Almancada "piliç" kelimesini unuttum. Lütfen bir kağıt parçasına Almanca olarak "piliç" yazar mısın?"
Zeynep, "Tabii." Dedi ve kağıt parçasına Almanca "piliç" yazdı ve onu Ahmet'e verdi.
Ahmet gitti ve tekrar kuyrukta beklemeye başladı. On dakika daha bekledikten sonra masaya geldi. Fakat şimdi hiç piliç yoktu ve kız ona Almanca olarak sordu. Ahmet ona kağıdı gösterdi, kız gülümsedi.
Ahmet'e Fransızca olarak "Nerelisiniz?" diye sordu, Ahmet ona İngilizce olarak cevap verdi.
"Fansızcam çok iyi değildir. Sizİngilizce konuşur musunuz?"
Kız, "Evet." dedi.
"Kırzkardeşim ve ben İngiltere'den Türkiye'ye gidiyoruz. Türkiyeliyiz."
Kız gülmeye başladı. Ahmet şimdi kızgındı.
"Niçin gülüyorsunuz?" diye sordu.
Kız hala gülüyordu. Türkçe olarak, "Ben de Türkiyeliyim." Dedi. "Adım Sevim."
Bu sefer Ahmet de gülmeye başladı. Zeynep bunu gördüğü zaman onlara yaklaştı.
"Bu ne?" diye sordu. "Tiyatro mu? Piliçler nerede? Öleceğim."
Onun hikayesini öğrendiği vakit çok memnun oldu. Sevim onlar için iki çok iyi piliç buldu ve biraz şarap getirdi. "Çok iyi bir şaraptır, onun için para vermeniz icap etmeyecek."
Akşam yemeğinden sonra odalarına gittiler ve uyudular.
Ertesi gün Sevim, Zeynep'in odasına geldi.
"Bu gün çalışmıyorum." dedi. "Sizi Wiesbaden'e götürmek istiyorum."
Zeynep, "Oraya nasıl gideceğiz?" diye sordu.
"Autobahn'da otomobiller bulacağız."
Wiesbaden güzel parklar ve kafelerle şirin bir şehirdi.Öğleden sonra Frankfurt'a döndüler ve büyük bir mağaza (olan) Kaufhof'a alışverişe gittiler. Alışverişten sonra Sevim onlara Frankfurt'u dolaştırdı. Şehrin içinden akan bir nehir vardı. Onun üzerinde birçok köprüler vardı. Nehirde birçok uzun gemiler gördüler.
Çocuklar Frankfurt'ta iki gün kaldılar ve sonra Sevim'e Allahaısmarladık dediler ve Münih trenine bindiler. Tren Münih'e takriben saat ikide vardı. Hauptbahnhof'ta indiler. Hauptbahnhof yakınında iyi bir otel vardı, Salzburg oteli. Bu otelde kaldılar ve öğleden sonra şehri dolaştılar.
Münih'te Hauptbahnhof yakınındaki dükkanlarda daha fazla Türkler buldular. Bu dükkanların çoğu büyük bir binaydı. Bu binanın adı Merkür'dür.
Burada da bir kaufhof vardı, büyük bir mağaza. İstasyona yakın Karlsplatz meydanındaydı. Bu mağazada birkaç hediyelik eşya aldılar.
Burada tramwaya bindiler ve on dakika sonra sebze ve meyva satan büyük mağazaların olduğu Grossmarkthalle'ye geldiler. Türk üzümü kutularını gördükleri zaman çok memnun oldular.
Münih'i ertesi gün terk ettiler. Bir Türk ailesi Viyana'ya gidiyordu, böylece onları otomobillerinde Viyana'ya götürdüler.
< Geri Dön <